Yeni üyelere özel fırsatlardan yararlanmak ve tüm içeriklere erişim için bugün kayıt olun! Kayıt ol>

Yazarlar: Ecz. Zuhal Bilgin (Yazar) Prof. Dr. Afife Mat (Danışmanı)

Bu kısaltılmış makale, Ecz. Zuhal Bilgin’in İ. Ü. Eczacılık Fakültesi Eczacılık Tarihi ve Etik Anabilim Dalında Prof. Dr. Afife Mat danışmanlığında hazırladığı bitirme projesinden hazırlanmıştır.

Osmanlı döneminde ilk başladığı yıllarda tamamıyla bir erkek mesleği olan eczacılık Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki gelişim süreci içinde neredeyse bir “kadın” mesleği haline dönüştü. Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın eczacıların, eczacılığa büyük ölçüde ailelerinin etkisiyle karar verdiğini; çoğunun eczacılığı kadınlara uygun bir meslek olarak gördüğünü; eczacılık anlayışlarının gayet idealist olduğunu söylemek mümkün. Severek yaptıkları mesleklerinin ilk yıllarında mesleki tatminlerinin çok yüksek olduğunu, gerek mesleğe ilk başladıkları yıllarda, gerekse günümüzde yaşadıkları çok sayıda ve çok çeşitli sorunu büyük ölçüde kişisel gayretleriyle ve ailelerinin desteğiyle aştıklarını; bugünkü eczacılığın piyasacı ve ilaççı eğilimlerine ciddi birer risk olarak parmak bastıklarını söyleyebiliriz. Çoğu, kadın eczacıların kamuda, özel sektörde veya meslek kuruluşlarının üst yönetim kademelerinde layıkıyla temsil edilmediğini düşünmektedirler. Geleneksel olarak ailenin itici gücü olan kadınlar, modern dönemde eğitimden iş hayatına kadar giderek genişleyen bir yelpazede toplumsal hayatın her yönüne daha çok katılmış ve etkin olmuşlardır.  Genelde sağlık hizmetleri, özelde eczacılık alanı ise, kadınların belki de bu anlamda en güçlü oldukları ve en fazla katkı yaptıkları alandır.

Kadın eczacılar, üniversite mezunu olmalarına ve ülkemiz eczacı işgücünün ana omurgasını oluşturmalarına rağmen, yine de erkek eczacılara nazaran çeşitli bakımlardan dezavantajlı durumdadırlar. Bu dezavantaj, özellikle üst yönetim/karar alma kademelerinde belirgindir ve bu bakımdan özel sektörle kamu sektörü veya meslek kuruluşları arasında dikkate değer bir farklılık da yoktur. 

Eczacılık uzun yıllar erkeklerin tekelindeki bir meslek olarak kalmış, ancak zaman içinde giderek bir kadın mesleğine dönüşmüştür. Öyle ki eczacılık fakültelerinden toplam mezunlar içinde kız öğrencilerin oranı, 1980’ler-1990’larda % 60’ların üzerine çıkmıştır ve kabaca her 3 mezundan 2’si kız öğrencidir denebilir.

Eczacı Mektebi’ne Cumhuriyet dönemine kadar yalnızca erkek öğrenciler alınmış, ancak Cumhuriyet’le birlikte bu durum değişmiştir. Ne var ki Cumhuriyet’in ilk yıllarında okula kayıt yaptıran kız öğrencilerde önceleri bir devamsızlık sorunu görülmüştür. Kız öğrenciler 1922’den itibaren Kadırga’daki Eczacı Mektebi’ne alınmaya başlamıştır. Ayşe Saadet Hanım, 1924’te kaydını yaptırmış, ancak bir süre sonra ayrılmıştır. Daha sonra kaydolan 13 kız öğrenci de ya ayrılmış ya da başka okullara geçmişlerdir. 1927 yılında okula başlayan Fatma Belkıs (Derman) ile iki kız kardeş olan Fatma Bedriye (Siren) ve Ayşe Semiha (Erçin) hanımlar ise 1930’da eczacılık okulunu bitiren ilk kız öğrenciler oldular. Bunlardan Fatma Bedriye Hanım Farmasötik Kimya asistanlığına, Ayşe Semiha Hanım ise biyokimya asistanlığına atanırken, Fatma Belkıs hanım da mesleğini serbest eczane açmak suretiyle ifa eden ilk kadın eczacı oldu (Dölen 1998).

Kadın ve Eczacılık

İlk kadın eczacı öğretim üyesi ise, pek çok öğrenci yetiştirmiş ve öğrencilerinin hepsinin kendisini hayırla andığı Prof. Dr. Hayriye Amal’dir. Kuşkusuz, Farmakognozi alanında akademik dereceler kazanan ilk kadın eczacı olarak Prof. Dr. Asuman Baytop’u da anmamak olmaz.

Kadın eczacıların çok büyük kısmının eczacılığı seçmesinde en etkili olan unsurun aile faktörü olduğu görülmektedir. Katılımcıların çoğunun anlattıklarından açıkça görüldüğü gibi, üniversite sınavını kazanıp da tercih aşamasına geldiklerinde, devreye anne/baba/ağabey/dayı gibi yakın aile bireyleri girmiştir. Hatta kimi örneklerde bu devreye girme, daha çocukluk yıllarında başlamıştır. Bazen arkadaşların da bu konuda etkili olduğu gözlenmektedir. Ailelerin, eğitim süresi tıp kadar uzun olmayan, sağlıkla ilgili, üstelik kadının aile içindeki diğer yükümlülüklerine vakit bırakan ve belli bir otonomisi olan, dönemin bu prestijli ve kazançlı serbest mesleğini, kızlarına çok uygun gördükleri anlaşılmaktadır. Özellikle ailede doktor veya eczacı bir baba veya dayı vb. varsa, ailenin eczacılık üzerindeki vurgusu daha da belirginleşmektedir.  Ancak eczacı olmaya kendi karar verenler de azımsanmayacak ölçüdedir; hatta ailesine karşı çıkarak eczacı olan da vardır.  Öte yandan, eczacı olmaya kendileri karar veren kızların bir bölümünün, tıp-kimya-eczacılık arasında tereddüt ettiği, eczacılığın her iki unsuru da barındırması nedeniyle onlara çekici geldiği görülmektedir. Halka sağlık hizmeti verme, insanlara faydalı olma anlayışı da yine eczacılık tercihinde etkilidir. 

Kadın eczacıların eczacılık anlayışını tek kelime ile özetlemek gerekirse buna ancak ‘mükemmel’ denebilir. Eczacılık anlayışları ‘mükemmel’ olduğu gibi, ‘iyi eczacılık kriterleri’ olarak nitelenebilecek tüm bu vasıfları, içselleştirip uyguladıkları da görülmektedir. Kadın eczacıların çoğu, onların mesleğe başladıkları ilk yıllardan bugüne kadar geçen sürede, yani yarım asırda, eczacılığın imaj kaybettiği,  saygınlığını yitirdiği, olumsuz bir yere geldiği görüşündedir. Bunu da esas olarak ilaç yapan eczacı döneminden al-sat yapan eczacı dönemine geçilmiş olmasına bağlamaktadırlar.  Buna karşılık bugünkü eczacılığın yine de geçmişe oranla daha gelişkin, daha donanımlı bir noktaya geldiğini, genişleyip ayrıntılandığını düşünenler de vardır. 

Kadın eczacıların en önemli avantajı, hastaların kadın eczacıların yanında kendilerini daha rahat hissetmeleri ve daha yakın olmalarıdır. Ancak, kadın eczacıların birçoğunun da altını çizdiği gibi, bu aslında kadın eczacı için değil hastanın kendisi için bir avantajdır; kadın eczacı için olsa olsa işini daha rahat yapma ve dolaylı bir mesleki tatmin vesilesi olabilir. Nitekim bu tatmin meselesi katılımcılarca çok sık dile getirilmiştir. Kuşkusuz bu durumun yarattığı bir ekstra iş potansiyeli de söz konusudur. Mesleğin zorluklarına gelince en sık dile getirilen konu, eczacılığın hızlı temposu ve ağır sorumluluğuyla anneliğin bir arada gitmesinin yaşattığı zorluklar olmuştur. Ancak bu kadar hassas bir konuyu dile getirirken bile kullandıkları ifadeler, bu kadar önemli bir konuda çektikleri sıkıntıları abartmak şöyle dursun, adeta küçültmeye çalışarak anlatmaları ve kendi çocukları yanında sağlık hizmeti bekleyen öteki çocuklara dikkat çekmeleri, katılımcılarımızdaki hakkaniyet, çelebilik ve toplumsal sorumluluk duygularının ulaştığı boyutu göstermesi bakımından dikkate değerdir.  

Başlangıçta bir erkek mesleği olarak görülen ve yapılan eczacılığın günümüzde bir kadın mesleğine dönüştüğünü şu sayılar da kanıtlamaktadır. 2020 yılında İstanbul Eczacı Odası’nın toplam 9319 üyesinin 6249’u kadın, 3070’i erkek eczacıdır. Benzer şekilde İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin toplam 1397 öğrencisinin 869’u kız,  528’i erkek öğrencidir. Buna karşılık 1990’lı yıların sonlarında, o sırada sayıları 40’ı bulan eczacı odalarına kayıtlı 8.932 kadın eczacı varken, bu odaların yönetiminde aktif görev alan kadın eczacı sayısı sadece 70’ti. Bu 40 odadan sadece 4’ünün 1. başkanı kadındı. Bu durum aradan geçen 20 yılda da değişmemiştir. Nitekim içinde bulunduğumuz 2020 yılında, internetten mevcut 54 eczacı odasının tek tek web sitelerine girilerek elde edilen verilerden ortaya çıktığına göre, oda yönetimlerinde görev alan kadın eczacı sayısı sadece 93’tür ve bu 54 odalardan yalnızca 7’inin  başkanı kadındır (www.teb.org.tr). Akademik hayat bu tablonun biraz dışına çıkmaktadır. Nitekim 2020’de İ.Ü.Eczacılık Fakültesi’nde görev yapan toplam 97 öğretim üyesi ve yardımcılarından 86’sı kadın, 11’i erkektir. Ülkemizdeki 36 eczacılık fakültesinin 19’unu kadın dekanlar yönetmektedir.  

Vurgulanması gereken bir başka önemli nokta, kadın eczacıların ortaya koydukları ‘yüksek profil’dir. Bu profilin yapı taşlarını ‘heves’, ‘merak’, ‘ilgi’, ‘azim’, ‘sebat’, ‘çalışma’, ‘disiplin’, ‘dikkat’, ‘takip’, ‘etik olma’, ‘eşitlikçilik’,  ‘yenilikçilik’, ‘sorumluluk duygusu’, ‘karar alma’, ‘sosyal adaletten yana olma’ gibi vasıflar oluşturmakta, ama bütün bunların üstüne ‘birey olma’ vasfı oturmaktadır. Kadın eczacılar, gerek aile gerek meslek yaşamlarında ortaya koydukları performansla, hayatın pasif birer izleyicisi veya aktarıcısı değil, katılan, tartışan, karar alan, uygulayan ve kendi ayakları üzerinde güçlü bir biçimde duran aktif birer ‘öznesi olduklarını göstermişlerdir. Burada, onların bu güçlü duruşunda, Cumhuriyet’in ‘fikri hür, vicdanı hür’ nesiller yaratma şiarının da etkili olduğunu belirtmeden geçmemek gerekir.

Bilimsel eğitime dayanan modern eczacılığa geçiş çabaları Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde başlamış, ancak asıl Cumhuriyet döneminde yoğunlaşmış ve kendini bulmuştur. Sağlık, kimya ve insan bilgisini bir araya getiren bu özel ve güzel meslek, bu değişim süreci içinde bir özne değişikliği de geçirmiş ve başlarda münhasıran erkekler tarafından yürütülürken giderek kadınların ağır bastığı bir faaliyet alanı haline gelmiştir. Kadınlar, özellikle eczane eczacılığında ve akademik hayatta hâkim unsur durumundadır. Ancak sanayi eczacılığında, eczacı odalarında ve kamu sektörünün ilgili üst yönetim kademelerindeki ağırlıkları, henüz aynı ölçüde değildir. Zaman içinde beklenen, kadınların bu alanlarda da çok daha faal hale gelmeleri ve varlıklarını artırmalarıdır. Öte yandan, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kişiye özel eczacılığa bir yöneliş vardır. Bu yönelişin hızı ve niteliğinin de büyük ölçüde mesleği omuzlayan kadın eczacıların performansına bağlı olacağı ileri sürülebilir. 

Ek Bilgi:

Ülkemizde eczacılık eğitiminin başlangıcı, 19. yüzyıl ortalarına, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanır. Öncesinde, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun başlangıcından kabaca 19. yüzyıla kadar olan dönemde ise gerek saray eczacılığında, gerekse halk katında, tamamen geleneksel usullerle yapılan bir eczacılık hâkimdir. Eczacılığın henüz bir meslek olarak gelişmediği, şehirlerde Avrupai anlamda eczanenin bulunmadığı, sıkıntılarla dolu bu dönemde ilaçlar hekimler, cerrahlar, kehhaller (göz hastalıklarını tedavi edenler) tarafından hazırlanıp satılmaktadır. 14 Mayıs 1839 tarihinde, Sultan II. Mahmud döneminde açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane (Askeri Tıbbiye Mektebi), bu anlamda atılan ilk adım olmuş ve söz konusu okul bünyesinde kurulan “Eczacı Sınıfı”, Türkiye’deki modern eczacılık eğitiminin nüvesini oluşturmuştur. Öte yandan payitahtta, bugünkü anlamda ilk eczanelerin 18. yüzyıl ortalarında açılmaya başladığını ve kesin açılış tarihi bilinen ilk eczanenin 1753’te Bahçekapı semtinde faaliyete başlayan “İki Kapılı Eczane” olduğunu biliyoruz. Avrupa modeli ilk eczaneler Avrupa’dan gelen eczacılar veya Avrupa’da eğitim görmüş Osmanlı tebası gayrimüslimler tarafından açılmıştır. Eczane açan ilk Müslüman eczacı Zeyrek’te eczane açan Eczacı Hamdi bey olmuştur. 1908’de Askeri ve Sivil Tıp Mektepleri birleştirilerek İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi kuruldu. Her iki Eczacı Sınıfı da birleştirilerek Tıp Fakültesine bağlı Eczacı Mektebi Âlisi’ ne dönüştürüldü. 1933 Üniversite Reformu gerçekleştirildiğinde Eczacı Mektebi, öğretim programının tıptan çok fen bilimlerine yakın olması gerekçesiyle tıp fakültesinden ayrılarak Fen Fakültesine bağlandı. 1944 yılında ise eczacılığın bir sağlık mesleği olduğu anlaşılarak mektep yeniden Tıp Fakültesi’ne bağlandı ve “Eczacı Okulu” adını aldı. 

Türkiye’de mevcut eczacılık eğitiminin ana yapısının temelleri,  1950-60’larda atıldı ve  “ilaç odaklı eczacılık eğitimi”ne geçildi. Eczacılık öğretiminin daha iyi seviyede yapılabilmesi ve mesleğin başarılı olabilmesi için öğretimin bağımsız bir hale getirilmesi, yani Tıp Fakültesi’nden ayrılması gerektiğine inanan Eczacı Mektebi öğretim üyeleri ve öğrencilerinin, Eczacılık Fakültesi kurulması için  1923 yılında başlatmış oldukları  girişimler ancak 1961 yılında sonuçlanabildi. Tıp Fakültesi Profesörler Kurulu’nun 4 Şubat 1961 tarihli toplantısında Eczacı Okulunun Fakülte haline getirilmesi oybirliğiyle kabul edildi. Karar, 16 Kasım 1961 tarihinde İstanbul Üniversitesi Senatosu’ndan geçti ve 15 Ocak 1962 tarihinde Milli Eğitim Bakanı’nın onayı ile İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi resmen kuruldu. Bugün İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin kapısında 1839 tarihi yazmaktadır, çünkü 1839’da açılan ilk eczacı sınıfı, geçirdiği statü değişikliklerinden sonra Eczacılık Fakültesi olmuştur.

Cumhuriyet Döneminde, 6197 sayılı kanun eczacılığı şöyle tanımlıyordu; 

Madde 1- Eczacılık; eczane, ecza deposu, ecza dolabı, galenik, tıbbi ve ispençiyari mevad ve müstahzarat laboratuvarı veya imalathanesi gibi müesseseler açmak ve işletmek veya tıbbi ve ispençiyari müstahzarat ihzar veya imal etmek veyahut bu kabil resmi veya hususi müesseselerde mes’ul müdürlük yapmaktır. (Resmi Gazete Yayım Tarihi: 24.12.1953 Sayı: 8591). 

2000’li yıllarda ise piyasacı eczacılık anlayışına geçildi ve yasalardaki eczacılık tanımı şöyle değişti; “Eczacılık; hastalıkların teşhis ve tedavisi ile hastalıklardan korunmada kullanılan tabii ve sentetik kaynaklı ilaç hammaddelerinden değişik farmasötik tipte ilaçların hazırlanması ve hastaya sunulması; ilacın analizlerinin yapılması, farmakolojik etkisinin devamlılığı, emniyeti, etkinliği ve maliyeti bakımından gözetimi; ilaçla ilgili standardizasyon ve kalite güvenliğinin sağlanması ve ilaç kullanımına bağlı sorunlar hakkında hastaların bilgilendirilmesi ve çıkan sorunların bildiriminin yapılmasına ilişkin faaliyetleri yürüten sağlık hizmetidir.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir