“Az ilerden büyük kervan yolu geçerdi. Arabistan’dan, Trabzon’dan, bütün Anadolu’dan gelen yollar burada birleşir İran’a, Turan’a, Hindistan’a, Çin’e Maçin’e buradan giderdi. Bu yoldan geçen kervancı kim olursa olsun, hangi milletten olursa olsun, azdan az, çoktan çok bu meşenin dibine paralar bırakırdı. Kervancıların bıraktığı paraya hiç kimse el sürmezdi. Paralar meşenin kökünde öyle yığılır kalırdı. Şeyh bayramdan bayrama bu paraları fıkaralara paylaştırırdı. Hiçbir kervancı, Şeyh’in meşesinin dibine para bırakmadan geçemezdi. Para bırakmadan geçenler üstüne, onların felaketli sonuçları üstüne korkunç hikayeler anlatıyorlardı.
Her gece de meşenin üstünde Kervankıran Yıldızı gün doğuncaya kadar yalbırdayarak salınır dururdu. Yolunu yitirmiş kervanlara yol gösterir, başı sıkışmış kervancıların imdatlarına koşardı…”
Ağrıdağı Efsanesi, Yaşar KEMAL, sayfa 57
Yaşar Kemal’in Ağrıdağı Efsanesi adlı kitabında, yukarıda bulunan kısmında Kervankıran Yıldızı adını gördüğümde içimde bir merak uyanmıştı; acaba bir efsanesi, hikayesi var mıydı bu yıldızın? Araştırmalarım sonucunda oldukça üzücü bir hikayesi olduğunu gördüm.
Kervankıran Yıldızı diğer adlarıyla Zühre Yıldızı, Çoban Yıldızı, Çolpan Yıldızı, hem gün batımından hem de gün doğumundan sonra gözüktüğünden Akşam Yıldızı, Tan Yıldızı, Sabah Yıldızı isimleriyle bilinmektedir. Aslında Venüs’tür. Venüs; gün doğumundan sonra görülüyorsa güneydoğu yönünü, gün batımından sonra görülüyorsa güneybatı yönünü gösterir. Gökyüzünde belirdiğinde en parlak cisim olduğundan Roma, Mısır uygarlıkları gibi büyük uygarlıkların efsanelerinde de göze çarpar. Fakat bu yazımda Kervankıran adının nereden geldiğini ele alacağım.
Bir zamanlar Sivas’tan bir kervan Halep’ten Sivas’a mal götürmek için yola düşer. Yol uzun ve zorlu, mevsim ise kıştır. Kervancıların akıllarında sevdiklerine, yakınlarına kavuşmak vardır. Bir akşamüzeri kervancılar yıkık dökük bir hana ulaşırlar. Dışarıda fırtına vardır, gittikçe kötüleşen fırtına sebebiyle geceyi bu handa geçirmeye karar verirler. Kervandakiler arasında cüsseli, yeni olgunlaşmış bir delikanlı bulunur. Delikanlının aklında ise nişanlısı ve hemen ona kavuşmak vardır. Sabırsızlanan genç adam sürekli doğuyu gözler; gün doğmadan, tan yeri aydınlanmadan önce Güneş’in doğacağı yerde Sabah Yıldızı denilen bir yıldız belirir. Nişanlısına kavuşmak isteyen delikanlı en sonunda doğuda bir parıltı görür ve ‘Sarı yıldız, mavi yıldız!’’ diyerek kervandakileri uyandırıp onları yola çıkmaya ikna eder. Ancak onun gördüğü yıldız, kuzeyi gösteren Kutup Yıldızı değildir, aksine tam tersi yönü gösteren Venüs’ü görmüştür. Genç adam önde kervan arkada, tekrar yola düşerler; ilerlerler fakat kar ve fırtına artar, doğdu doğacak dedikleri Güneş ise bir türlü doğmaz. Gitmek istedikleri yere bir türlü varamayan kervancılar soğuğa ve yorgunluğa yenik düşerler, ilerleyemez hale gelirler. Doğmasını bekledikleri Güneş doğduğunda ise kimse hayatta kalamaz. Bahar geldiğinde, ilk yolcular oradan geçtiklerinde, hayatta kalamayan kervanı görürler. Kervandan ileride bir beden daha vardır.
O zamandan beri Venüs’e; Kervankıran, Kervan Aldatan, Kervan Dağıtan denir.