
Aslında hepimizin hayatının içinde sanat büyük bir yer tutuyor. Bu konuyu tutkuyla araştıran birisi olsak veya sadece bir yerlerde duyumsamış olsak da sanat bir şekilde bizim hayatımızın içinde. Bir tabloda incelediğimiz her renk cümbüşü, bir bestede duyduğumuz her bir nota, betimlemelerle dolu sayfalarda gezinirken okuduğumuz her bir kelime bizi sanat dünyasının içine çeker. Çoğu zaman merak ederiz böyle bir eser kimin tarafından oluşturulmuştur? Eseri ile gurur duyup tüm dünyanın bilmesini ister mi yoksa Franz Kafka gibi sadece kendine saklamak mı ister? Biz eserleri içselleştirmeye çalışarak hayatımızda yer edinmesini isterken bu eseri oluşturan sanatçılar eserleri hakkında ne düşünüyor hiç merak ettiniz mi?
Sanat bizi aslında hem sosyal hem içsel geliştiren bir oluşumdur. Sanatın somut bir kavram olmasına gerek yoktur. Kimileri için bir kaçış kimileri için bir uyanış tır. Çoğu zaman da içinde bir hayatın çıplak gerçekliklerini görebiliriz. Eserler içinde de onu oluşturan kişininin hayatından izler bulmak nerdeyse kaçınılmaz bir durumdur.
Kitaplarını yazarken kendinden ve yaşadığı hayattan yola çıkan Franz Kafka romanlarında sıklıkla otoriter baba rolüne yer vermiştir. Kafka, babasının sarsılmaz otoritesi karşısında, kendisini olduğundan daha güçsüz ve onun iri yapılı cüssesi karşısında kendisini olduğundan daha zayıf hissederek büyümüştür (Kara, 2012: 170). Franz Kafka eserlerini paylaşılacak bir araç olarak görmemiş olacak ki yakın arkadaşı olan Max Brod’a “ölümümden sonra yazdığım her şeyi yak” diye rivayet eder. Kitaplarıda da salt kendini ve toplumu ifade etmek istemiştir.
Eserlerinin her birinde büyük anlamlar yatan diğer bir sanatçımız ise Vincent van Gogh. Geçirdiği psikolojik sıkıntılar sebebiyle akıl hastanesine yatırılan Van Gogh burada hayal gücünün en büyük potansiyelini kullanarak en çok bilinen tablolarından biri olan Yıldızlı Gece’yi resmetmiştir. Gece penceresinden gördüğü Saint-Remy köyünün manzarasından çok etkilenmiş ve bunu tuvale dökmüştür. Van Gogh’un kişiliğini ve düşüncelerini hayattaki en büyük destekçisi olan kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplardan anlayabiliriz. Kardeşine yazdığı mektuplarda eserlerin bir fayda, bir amaç gütmesi gerektiğini de belirtmiştir.
“Olağanüstü bir şey yaratacağımdan değil, tersine olağan bir şey yaratacağımı sezinliyorum, yani bir varlığı olan, faydalı olabilecek sağlam, tutarlı bir eser.”
Her insan belirli bir miktarda yetenek ile doğar. Bu yeteneği keşfetmek ve üzerine düşerek geliştirmek de kendi elindedir. Mozart gibi büyük isimler var olan yeteneğini sıkı çalışma temposu ile üst düzeylere çıkarır. Dahi çocuk olarak görülen Wolfgang Amadeus Mozart henüz altı yaşındayken piyano ve keman kullanmasını biliyordu. Yaklaşık otuz beş yıl olan ömrüne altı yüz kadar eser sığdırmayı başarması onun üretkenlik ve azimle çalıştığının göstergesidir. Mozart, müziksel dehasının yanı sıra disiplinli çalışma biçimiyle de örnek bir sanatçı olmuştur.
Bu üretilen eserler farklı toplum ve kültür ögelerine göre çeşitli yorumlar ve tepkiler almıştır. Eser toplumun gidişatını, eğitimini, sorunlarını, sosyal ve politik yapısını ele alabilir. Toplumda bir iz bırakarak düşünce tarzını değiştirmek isteyebilir. Aynı zamanda eserler estetik kaygı güdüsü görüp soyut bir formdan bahsetmek isteyebilir. Oscar Wild bu düşüncenin önemli destekçilerindendir ki Dorian Gray’in Portresi kitabında da bu estetik arayışının izleri görülmektedir.
Çoğu eser oluşturulurken sanatçı isteyerek veya istemeyerek bir şekilde kendini anlatır aslında. Bu durum edebiyat dünyasında daha sık gözlemlenebilir çünkü kelimeler daha kolay anlaşılır insanlar tarafından. Bazen direkt ana karakterin veya diğer yan karakterlerin silüetine dönüşerek anlatmak isterler kendilerini. Bu durumu Jane Austen kitaplarında sıklıkla görmekteyiz. Sırça Fanus gibi eserler de yarı otobiyografik olma özelliği ile yazarın iç dünyasını,kişisel bunalımlarını rahatlıkla görebileceğimiz kitaplar arasındadır. Eserlerde sanatçının kendi iç dünyasına dair izler, sadece içsel çatışmalarla sınırlı kalmaz; aynı zamanda toplumla olan ilişkisini de derinleştirir.Yazarlar eserlerinde topluma karşı dışlanmış, yabancılaşmış hislerini dökebilir sayfalara.
Tüm bu değerli eserleri veren sanatçılar ekonomik sıkıntılar, ailevi problemler, psikolojik sorunlarla uğraşmanın yanı sıra çeşitli hastalıklar ve sağlık problemleri ile uğraşırlar ki bu çoğu zaman eserlerine de yansıyabilir. Birçoğu eserlerini bu acı durum ile harmanlar ve mücadelerini unutulmaz eserler şeklinde bırakırlar. Öte yandan diğer sanatçılar ise bu karanlık dönemden olabildiğince kaçarak eserlerinin kendisine ait olan özgün yapısını ve duygusal derinliğini korumak için her türlü önlemi almıştır.
Hayatının son döneminde bir göz hastalığı olan katarakt tanısı konarak ameliyat olması istenilen Claude Monet uzun yıllar ameliyat olmaktan kaçınmıştır. Katarakt, göz merceğinin saydamlığını kaybetmesiyle görme yetisinin bulanıklaşmasına neden olan bir rahatsızlıktır.
Monet bu göz probleminden dolayı giderek artan bulanıklık ve görme problemi yaşamıştır. Eserlerinde de dikkat çeken bu değişim eskiden daha pastel tonları kullandığı tablolarından daha koyu tonlar kullanmasına sebep olmuştur. Bu durum en çok Nilüferler tablo serisinde göze çarpmaktadır. 1923’te sağ gözünden ameliyat olmaya karar vermiştir fakat bu durum da iki gözünün farklı renkleri algılaması ile sonuçlanmıştır. Monet sanatına o kadar bağlıydı ki görsel algısını ve teknik becerilerini önemli ölçüde etkilemesine rağmen tek gözünü kullanarak resim yapmaya devam etmiştir.
Yaşamı boyunca sağlık problemleri çeken ve yaklaşık kırk yaşında sağırlıkla mücadele eden Ludwig van Beethoven işitme duyusunu kaybetmesine rağmen en meşhur bestesi olan 9. senfoniyi de bu dönemde bestelemiştir.
Beethoven, sesleri duyamıyor olsa bile zihninde müzikleri canlı bir şekilde duyabiliyordu. Çalışmalarına devam edebilmek için yardımcılar tuttu, öğrenciler ile konuştu ama bestelerinden vazgeçmedi. Müziğin hayatındaki tutkusunu şu sözler ile yansıtmıştır: “Sadece o (müzik), sanattı beni tutan. Ah, yapmak istediğim o kadar şeyi yapmadan dünyayı terk etmemin mümkünatı yoktu… Doğanın tüm engellerine karşın büyük sanatçı ve insan safına katılmak için gücüm yettiği ölçüde her şeyi yaptım.” (Michels ve Vogel, 2015).
Bu konuda üstünde durulması gereken daha çok fazla sanatçı ve eser var. Her biri hem kendi zamanlarında hem de şu an yaşadığımız zamanda bize ilham olmuştur. Sanatçılar yaşadıkları olumsuz durumlara rağmen tutkularına sıkıca bağlı kalmışlardır. Bundan etkilenerek sizlerde şartlar ne olursa olsun zorlukların sizin için önemli olan hedeflerinize engel olmasına izin vermeyin. Karşınıza çıkacak olan her zorluğu tıpkı sanatçıların yaptığı gibi tutkunuzu güçlendirmek, yaratıcılığınızı geliştirmek için kullanın.
Kaynakça:
KARA, Esra (2012) “‘Korkuyu Beklerken’ İle ‘Yuva’ Hikâyelerinde Mekânla İlişkisi Açısından Korku Ve Paranoya”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c:5, S:21, 168- 177, www.sosyalarastirmalar.com, ISSN: 1307–9581
Michels, U., ve Vogel, G. (2015). Müzik atlası.(Çev. Uçar, S.). İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.