
Merhaba sevgili okurlarımız! Bugün sizi, izleyeli üç yıl olmasına rağmen hala üzerimdeki etkisini koruyan ve çok sevdiğim bir animasyonla tanıştırmak istiyorum: Soul.
Animasyonumuz, ortaokulda müzik öğretmenliği yapan ve en büyük hayali caz piyanisti olmak olan Joe Gardner’ın çok istediği caz ekibine kabul edildiğini öğrenmesiyle başlar. Bu durumun üstüne mutluluktan havaya uçan Joe, heyecanlı bir şekilde evine dönerken aniden bir çukura düşer ve bu düşüşle birlikte hayatı tepetaklak olur. Gözlerini tekrar açtığında kendini ruhlar aleminde bulan Joe’nun asıl serüveni asıl buradan itibaren başlar. Joe, gerçekleştirmek istediği hayalleri ve kariyer planları yarıda kalan o eski dünyasına geri dönmenin yollarını aramaya koyulur.
Joe bu süreçte kendine “22” adında bir yol arkadaşı edinir ve birlikte, dünyaya geri dönebilmek için farklı yollar denerler. Joe dünyaya dönme amaçlı yaptığı her girişimle, eski yaşamıyla ilgili bir şeylerin farkına varmaya başlar ve en sonunda yaşamda tek ve asıl amacının caz yapmak olmadığını, esas olanın ‘ânı yaşamak’ olduğunu fark eder.
Ölümden sonra ruhumuza ne olur? Öteki dünya var mı? Sonrası varsa, önceki dünya var mı? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Önceki ve sonraki diyarlar varsa bu dünyadaki hayatın amacı ne? Ölen sadece bedense ruhumuza ne oluyor? Her şey planlanmış bir kurguysa özgür irademiz var mı? Soul’u izlemeyi bitirdiğinizde sanıyorum ki bu soruların hemen hepsi kafanızı uzun süre meşgul edecektir. Bana sorarsanız filmi izlerken kendimizi bu soruların cevabını bulmaya değil de hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiğini bulmaya odaklanmalıyız.
2021’in en iyi animasyon filmi seçilen Soul: Yaşamın her anını keyifle yaşamamız gerektiğini, küçük ve önemsiz gördüğümüz şeylerin aslında hayatın ta kendisi olduğunu anlatan oldukça keyifli bir film. Soul, umarım sizi de beni etkilediği kadar etkilemeyi başarır ve size hayatınıza farklı bir pencereden bakma fırsatı sunar.